Çay Bahçesi...



Çay bahçesi...

Klinikte işler yavaşlayıp, dosyalardaki son kontrollerimi yaparken; Başak hanımın bugün görüşmemize gelmediğini hatırladım, nedenini merak da ettim doğrusu. Çünkü, neredeyse bir yıldır sürdürdüğümüz düzenli görüşmelerimizden bir kez bile atladığı olmamıştı. Aklım bu düşüncelerle meşgulken telefonum çaldı. Arayan Başak hanımdı.

Başak hanım oldukça endişeli, ürkmüş ve telaşlı bir şekilde "Doktor hanım size karşı çok mahcubum, bugün gelemedim, çok sıkıntılı bir gün geçirdim, evde olmamın daha doğru olacağı kararını verdim. Umarım beni anlayışla karşılarsınız." dedi. Ben de " Elbette, sizi çok merak ettim, iyi misiniz?" diye yanıtladım. Kısa bir sessizlikten sonra "İsterseniz bugün canınızı sıkan olayları bana telefonda da anlatabilirsiniz" dedim. Başak hanım beni iş günüm bitiminde yormamak için önce anlatmak istemediyse de kendisine iyi gelebileceğini düşündüğünden olsa gerek, önerimi kısa süre sonra kabul etti.

" Çok teşekkür ederim doktor hanım. Kısaca bugünümü size anlatacağım, aslında içimi dökeceğim demek daha doğru olur."

"Sizi dinliyorum Başak hanım.”

"Sabah dokuzdan öğleden sonra üçe kadar üç ayrı yere gittim. Bunlar: Market, kuru temizlemeci ve çay bahçesi. Sonra da size gelmeyi planlıyordum. 

Bu yerlerin hepsinde ya şiddetli bir kavgaya tanık oldum ya da kendimi hiç yoktan daha hafif düzeyde bir tartışmanın içinde buldum. İnsanlar nereye ve kime çatacaklarını şaşırmış, öfke dolu durumdaydılar. Kimse kimsenin ne dediğini dinlemeden, yüksek sesle konuşup, karşı tarafı bastırma derdindeydi.

Tartışma ya da kavga konularını ayrıntılı anlatmasam daha iyi olur. Yalnızca son derece basit, iki tarafın konuşarak kolaylıkla çözebileceği şeyler olduğunu söyleyebilirim. Sonuçta yetişkin insanlardı hepsi de. Öyle olmadı tabii; bütün diyaloglar ya da bazen monologlar kaba-saba, hakaret edici ve en önemlisi çok öfkeli tarzda söylenen sözlerden ibaretti."

"Siz ne yaşadınız Başak hanım?"

" Sabah on ile on bir arasında çay bahçesinde oturup, bir bardak çay içip, dergimi okumayı planlamıştım. Oraya ulaşıp, bir masa bulup, çayımı sipariş ettim, dergimi okumaya başladım. Aradan on dakika bile geçmemişti ki yüksek şiddette bir müzik sesiyle irkildim. Sesin geldiği yöne baktım. Yan masada oturan, kırk beş- elli yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir beyefendi, cep telefonundan kulaklığını takmamış halde yüksek sesle müzik dinliyor ve arada kendi de eşlik ediyordu. Ne yapacağımı bilemedim önce, etrafıma bakındım, diğer masalar hemen hemen boştu, sesten rahatsız olabilecek bir kişi de çok uzaktaki bir masada oturuyordu. Kibarca seslenerek müziğin sesini kısmasını rica ettim, elimle de kitabımı gösterdim. Duymamış gibi davrandı. Bunun üzerine yeniden aynı sözleri tekrar ettim. Bu kez başını telefondan kaldırıp, ne istediğimi sorar gibi bir el hareketi yaptı. Tekrar müziğin sesini kısmasını rica ettim. Bu kez kendi kendine bir şeyler mırıldandı ama ben duyamadım. Bir süre bekledikten sonra bana hışımla dönerek, oturduğumuz yerin herkese açık bir park olduğunu, sessizlik istiyorsam evime gitmemin iyi olacağını söyledi. Sesindeki hafif tehditkâr tondan rahatsız oldum. Ayrıca gözlerini benden ayırmadan dik dik bakmaya başladı, baştan aşağı beni süzdüğünü fark ettim. Tedirginliğim iyice arttı. Hemen kalkmayı düşündüysem de, eve gidebileceğim bir taksi bulabilmek için en az beş dakika yürümem gerektiği aklıma geldi. O arada beni takip edebileceği, sataşabileceği belki de zarar verebileceği ihtimalleri bile hızla zihnimden geçiyordu. Soğuk soğuk terlediğimi, kalp atışlarımın hızlandığını hissettim. Sakinliğimi koruyabilmek için kendimi epey zorladım. O saatte arayabileceğim, destek isteyebileceğim kimse de aklıma gelmedi. Diğer masalarda oturanlar, servis yapan garsonlar da olaya tanık olmuşlar ancak yalnızca bakmakla yetinmişlerdi. Doktor hanım çok zamanınızı aldım, uzadıkça uzadı, isterseniz burada bırakayım.”

“ Sizi dinliyorum, buraya gelmeyi niye düşünmediğinizi sorabilir miyim?”

“O kadar çok korkmuştum ki yolu daha fazla uzatmadan en kısa sürede eve dönmek o an aklıma gelen tek şey oldu. Size gelmeyi akıl edebilseydim belki de daha iyi olurdu, bilemiyorum.”

“ Anlıyorum, masadan kalkınca neler oldu?”

“ Çay bahçesi adeta içine sıkışıp kaldığım, nefes bile alamadığımı hissettiğim dört duvardan ibaretti. Aceleyle eşyalarımı topladım, çayımı bile yarım bıraktım, hesabımı ödedim, beyefendinin oturduğu yöne bakmadan arkamı döndüm, hızlı adımlarla taksi durağına doğru yürüdüm. Tabii bu arada sürekli arkama bakıyordum, eve ulaştığımda bitkin haldeydim. Belki herkes yaşıyordur böyle şeyleri, ama bugün markette, kuru temizlemecide tanıklık ettiğim kavgalar, tartışmalar, sonra kendimin yaşadığı bu olay. Hepsi çok geldi bana. Niye bu kadar öfke, nefret ve kavga var?” 

Başak hanımın sesi son sözlerinde titredi, sanırım sessizce ağlıyordu, konuşmasına bir süre  ara verdi.

“Başak hanım yarın görüşelim mi? Gelebilir misiniz? Sabah on ile on bir arası uygun mu?”

“Çok çok teşekkür ederim doktor hanım, o kadar ihtiyacım var ki beni anlayacağınızı biliyordum. Çok mutlu oldum, şimdiden kendimi daha iyi hissediyorum. İyi akşamlar.”

“ Rica ederim Başak hanım, yarın görüşmek üzere, iyi akşamlar” diyerek telefonu kapattım.  

Başak hanımın bugün hem tanık oldukları hem de kendi yaşadığı elbette üzücü olaylardı. Ancak bu denli sarsılmasını uzun yıllardır yaşadıklarının birikimli etkisine bağladım. Fizik mühendisliği eğitimi almış, nazik, okumayı, araştırmayı çok seven, meraklı bir kişi. Eşiyle üniversite yıllarında tanışmış, mezun olur olmaz da evlenmişler, iki yıl geçmeden bir erkek çocukları dünyaya gelmiş, çalışma yaşamına başlamadan, evdeki işler ve çocuk bakımıyla yirmi yılını geçirmişti. Eşi de bir araştırma şirketinde mühendis olarak çalışıyormuş. Evliliklerinin onuncu yılında eşinden ayrılmaya karar vermiş. Hatırlıyorum, şu sözlerle anlatmıştı: “Paylaşacak bir şeyimiz kalmamıştı birlikte geçirdiğimiz zamanlardan keyif almamaya başlamıştım, birer yabancı gibiydik aynı evde, kendimi gerçekleştirebileceğim, ayaklarımın üzerinde durabileceğim bir yaşam kurmak istiyordum.” Bu kararını eşine bildirdiğinde hiç beklemediği tepkilerle karşılaşmış ve iki yıla yakın bir süre konu her açıldığında sözel şiddete maruz kalmış. Zaman zaman apartmandaki diğer daireleri rahatsız edecek derecede kavgaları da olmuş.

Gün geçtikçe içine kapanmaya, neredeyse hiç dışarı çıkmamaya, arkadaşlarıyla görüşmemeye başlamış; kız kardeşinin desteği ile defalarca psikiyatrist muayenesine gitmiş, çeşitli ilaç tedavileri almış. Evlilikleri yaklaşık sekiz yıl daha zaman zaman sıkıntısız ancak genellikle kavgalar ve hakaretlerle geçmiş ve bir gün kız kardeşinin arkadaşı olan boşanma avukatının bürosunda soluğu almış, davayı açmış. Bir yıl önce de oldukça sıkıntılı bir biçimde evliliğini sonlandırarak, bir arkadaşının aracılığı ile de benimle görüşmeye gelmişti. 

İlk görüşmemizde hakkındaki izlenimlerim; son derece kırılgan, içine kapanık, ürkek, az konuşan, benimle göz göze gelmekten kaçınan, ancak konuştuğunda da kendini çok iyi ifade edebilen bir kişi olduğuydu. Geçen bir yıllık sürede olumlu yönde çok yol almıştı; daha dışa dönük, ertelediği uğraş ve zevklerine zaman ayıran, arkadaşlarıyla görüşmek isteyen, kendine güveni artmış biri olmuştu. Ancak aşmakta zorlandığı şey; kendisiyle yüksek sesle bağırır tarzda konuşulması, hakarete maruz kalması ya da böyle durumlara tanıklık ettiğinde yaşaması muhtemel panik atak korkusuydu. 

Bugün Başak hanım, çay bahçesini evliliğinde yaşadığı ev, yan masadaki kişiyi de o zamanki eşi gibi hissetmişti… 


Yorumlar

  1. Adsız13:21

    Yaşadıklarımız,her türlü şiddete uğradığımız, bıraktığı travmalar. Öldürülüyoruz hergün. Elinize sağlık sevgili hocam

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ediyorum ilginiz ve paylaşımın için...

      Sil
    2. Adsız19:43

      Kalemine, eline, diline sağlık ablam 🥰

      Sil
  2. Fatma21:55

    Eline sağlık, kadına şiddetin her türlüsüne karşı olmalıyız.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder