KONUK İZLERİ - Son Köy Enstitülülerden (Öğretmenlikte Durum)


Yazan: İbrahim Belek

SON  KÖY  ENSTİTÜLÜLERDEN - Mezuniyet - Öğretmenlikte Durum

Üçüncü veya dördüncü sınıftayım. Öğleye kadar 4 saat tarım dersimiz vardı. O gün tarım aletleri deposunun nöbetçisiydim. İş bölümünden sonra kazma, çapa, kürek, tırmık alanların numaralarını ve aldıklarını yazıyorum. İş dönüşü de gelenleri işaret ediyorum. Geri dönmeyenleri takip ediyorum. O gün araçlarda noksan yoktu herhalde. Toplananlar deponun önünde yığılı, yemek kampanası da çaldı. Araçları yerlerine yerleştirsem zaman alacak, arkadaşlar yemeklerimi ayırırlar ama soğuyacak, herhalde karnım da acıkmıştı. Depoyu öylece bırakıp yemekhaneye koştum. Sonra olan oldu: Ziraat öğretmenimiz Muharrem Bey depoya gelir, bakar her şey dışarda açıkta. ‘’Kim  bu  domuz oğlum? . numaramı alır. Beni de çağırır. ‘’Tarla tarımından zor geçersin bu sene’’ der. Özür dilerim, bir daha yapmam derim, yalvarırım, faydası yok. Kulağıma küpe oldu bu olay. Sonra düzeldi, zayıf falan gelmedi dersim. Muharrem Bey Köy Enstitüsünün öğretmenlerinden sözü özü sağlam. Bir gün anıt tepe yamaçlarında bağ yapmak için kirizma yapıyoruz.  (Kirizma: toprağı 60-70 cm derinlikte altını üstüne getirme işi) Dinlenme zamanında bir Nasrettin Hoca öyküsü anlattı: ‘’ Bir gün biri koşa koşa gelir ‘Hocam. Karım doğum yapıyor fakat çok sancılı ağrılı ne yapsak da doğum kolaylaşsa, hoca düşünür, bir tenekenin içine çakıl, çakmak taşları koyun bacaklarının arasında tenekeyi sallayın, çocuk sesi duyunca kendini dışarıya atmak için zorlar. Hanımın da kolayca kurtulur….’’ Muharrem Beyin anlatması daha hoş… Öyküdeki felsefeyi sonradan hep düşünmüştüm.

Son sınıfta Çocuk Edebiyatı Dersimize Ali….. Bey giriyordu. Bir gün Ali Bey dönem için yazma (kompozisyon) ödevi verdi. ‘’Konu serbest, istediğiniz bir konuyu kompozisyon yazma kurallarına göre yazacaksınız.’’ dedi.  Okuduğum yıllar boyunca en zoruma giden kompozisyon yazmaktı. 10 üzerinden 5 veya 6’dan fazla not almamışımdır. Ne yazabilirim diye düşünürken okul mutfağının yanından geçerken aklıma düştü. Ekmek ve yemek artıklarını dökmüşler tepe gibi olmuş. Sonra bunları arabaya doldurup atıyorlar. Dur dedim bunu yazayım, hem okulu eleştiririm, hem de bu ziyanlığın okul ve memleket ölçeğinde kötülüğünü açıklarım. İnsanın bir işi başarılı olarak yapması için o işin yüreğinde, kafasında büyümesi ışıması lâzım. Kompozisyonu güzel yazmışım. Ali Bey yazıma 9 numara vermiş. O günden sonra yazma konusunda daha rahatladım.

Bitirme sınavı (kompozisyon) dışında sözlü ve uygulamalı yapılırdı. Eğitim Psikolojisi öğretmeni bir bayan, konuşurken sesi az çıkardı. Sınav salonuna girdim bir şey sordu, “anlayamadım” da demedim, bir konuyu anlatmaya başladım. Sınavım pek iyi geçmedi, 6 not vermişler. Notların toplamı 141 olan pekiyi derece ile mezun oluyordu, benim notlarımın toplamı da 140. Bu yüzden iyi derece ile mezun oldum. Kulaklarımdaki ağırlık o zamanlarda biraz varmış demek ki.

Matematik öğretmenimiz Zekâi Özal’dı disipline çok önem veren bir öğretmendi. Ders konularını da güzel anlatırdı. Bütün arkadaşlar çok beğenirler. Bizi biraz hor görür gibi davranışları olurdu. 1950 yılında okula gelmişti. 5. sınıfta aritmetik-cebir dersimize geliyordu. Bir gün ders sırasında, Bandırma’nın Çomlu Köyü’nden Halil Çolak adlı arkadaşımız, ders sırasında yanındaki arkadaşına bir şey sorar. Zekâi Bey tahtanın başında ‘’ Çolak mısın, salak mısın ne konuşuyorsun?’’ der ve elindeki tebeşiri Halil’e fırlatır. Sonraki yıllarda öğretmenlerimi kendime göre tarttığımda Zekâi beye pek iyi not verememiştim.

Birinci sınıfta matematik dersimize İsmet Ersel Hanım giriyordu. Gelir burnuma dokunur, ‘’Melek bu melek.” derdi. Bir gün matematik dersine Bakanlık Müfettişlerinden Mehmet Doğanay geldi. Tahtaya da beni kaldırdı. Sorduğu bir soruyu tahtada yaptım. ‘’Nerelisin ?’’ dedi. Köyümü söyledim. ‘’Orada bir borasit madeni işletmesi var, anlat bakalım onu bize.’’ dedi. Anlattım. Hoşuna gitti. Borasit (Boraks) madenini İngilizler işletiyordu. II. Abdülhamit zamanında 100 yıllığına onlara verilmiş. Maden Yıldız Köyü merasında çıkarılıyor, ‘var-gel ‘ dediğimiz kovalarla Ömerköy tren istasyonuna geliyor, burada vagonlara doldurulup Bandırma’ya buradan da İngiltere’ye taşınıyordu. Mehmet Doğanay Beye bu derece incelikleri bilmediğim için söyleyememiştim. İşin ilginç olan yanı var. Yıllar sonra ben Eğitim Enstitüsü’nün iki yıllık Fen Bölümünü bitirip fen grubu öğretmeni olarak Lâdik Akpınar İlk Öğretmen Okulu’na atandım. Üçüncü sınıfların fen bilgisi derslerine giriyorum. Okula Bakanlık müfettişleri geldi. Derslere giriyorlar. Aynı Mehmet Doğanay benim fen bilgisi dersine girmez mi ? Dersten sonra durumu anlattım hoşuna gitti, başarılar diledi.



Fotoğraf-1: 1954 yılında staj için gittiğimiz Balya'nın Çakallar köyünde ilkokul öğrencilerimizle.


1954-1955 Öğretim Yılı Haziran Dönemi’nde Savaştepe İlköğretmen Okulu’nu bitirmiştim. Elimde yine o tahtadan çanta ve ayrıca marangozhanede yaptığımız cetvel, pergel ve iletkilerin olduğu bir paket. Altı yıl önce Okul kapısının üzerinde Savaştepe Köy Enstitüsü yazıyordu, şimdi çıkarken Savaştepe İlk Öğretmen Okulu… Altı yılım geçmişti bu kurumda. Çocukluktan gençliğe… öğretmenlerimden, arkadaşlarımdan, usta öğreticilerinden çok şeyler öğrenmiştim. Biraz kırıklık vardı üzerimde. Tek başıma gidiyordum. Herkes dağılmıştı bir taraflara. Öğretmenlerden de ortalıkta görünen yoktu. Mezuniyet için bir tören de yapılmamıştı. Okuldayken yatak yorgan, yemek hazır… Bundan sonra nerede görevlendirileceksin ? Nereye gidecek, ne götüreceksin, düşünceler çoğaldı.

Ağustos ayında tayin yerlerimiz belli oldu: Afyonkarahisar Milli Eğitim Müdürlüğü. Müdürlüğe geldiğimde sınıf arkadaşım Ekrem, Ekrem ile ayrıldık. Şuhut kasabasına giden bir otobüsle Nuribey durağında indim, “Bu tepenin arkasında köy.” dediler. Yürüdüm. Sırtı aştıktan sonra köy gözüktü. Sıcak bir ağustos günü. Köy kıyısına vardığımda köpekler var ama saldırmıyorlar. Köyden birine muhtarı sordum. “O yoktur ki köyde tarladadır.” dedi. İhtiyar heyetinden biri ile buluştum. Bir kâğıda göreve başladığımı yazdık. “Okul nerede?”, dedim “Okul yok köyümüzde, iki yıl önce mektebimiz yandı.” dediler. “Nerde okuyor çocuklar?” Öğretmen evi varmış orada okurlarmış. Daha başka şeyler sordum. Büyük köy ama hiç yeşillik diye bir şey yok içinde. Köyün alt tarafında camisi çeşmeleri ve söğüt ağaçları var, 200 metre kadar uzağında öğretmen lojmanı ve okul bahçesi gözüküyor. Şehre döndüm, maarif memurluğuna uğrayıp göreve başladığımı bildirdim. 15 gün sonra eşyamla gelecektim.

O yıl beş sınıfı öğretmen lojmanında okuttum. 100 kadar öğrencim vardı. 1, 2, 3’ler bir odada 4 ve 5’ler diğer odada. Sabahları çevre temizliği ve mandolinimle çaldığım bazı okul şarkılarını lojmanın önünde söyledikten sonra sınıflara giriyoruz. Aradan 1 ay geçti mi bilmiyorum bir sabah elinde çantası ile biri geldi: “Ben ilköğretim müfettişi Zekeriya Tonguç”. Tonguç sözünü duyunca bir yakınım gelmiş gibi sevindim. Plânlarıma baktı, duvarlardaki mevsim ve tarih şeritlerini gördü, çocukların defterlerine baktı. ‘’Başarılar diliyorum, devam et.’’ dedi. Ağabeyi İsmail Hakkı Tonguç hakkında bir şeyler sordum, pek konuşmak istemedi. “Gitmem lâzım, işlerim yoğun.” dedi ve ayrıldı. Bir ay sonra raporum geldi, güzel şeyler yazmıştı.

Bir Pazar günü köyün cami imamı, muhtar ve köyün ağalarından iki kişi “Gel öğretmen birlikte köy dışına doğru bir gezinti yapalım.” dediler. Birlikte çıktık, köyden epey ayrıldık, bir ahlat ağacının meyvelerinden yedik. Kavun getirmişler kestik. Köye döndüğümüzde aradan birkaç saat geçmişti. Ben lojmana doğru yürürken tozlu yolda kâğıt paralara rastladım, nedir bunlar? Lojmanın kepenkleri pencereler açılmış. İçeride eşyalarıma baktım; karıştırılmış, paralarım alınmış, mandolinim yok. Muhtarı buldum. ‘’Kim yapmış, nereden girmiş?” falan birkaç küfürden sonra iş öylece kapandı. Mandolinime acıdım. Yıllardan sonra düşünüyorum: Beni gezme yapalım diye neden götürdüler? Mandolinimle çocuklara okul şarkıları söyletmemi mi, istemiyorlardı ?

Köyü, köylüyü, çevreyi iyice tanımadan işe başlamıştım. Cami imamının çemberine girmiştim. Cahilliğim vardı. Yetiştiğim okula kabahat buluyordum. Köy ve köylü hakkında bilgimiz azdı. Fazla idealist olmak işe yaramıyordu.

Bir gün ders zamanında çocukların çoğunun olmadığını gördüm, 4. ve 5. sınıflar yoktu. “Nerede bunlar?” Düğünde olduklarını söylediler. “Düğün de nedir ki okul varken?” Gittim düğün evine çocukları patakladım , haydi hepiniz okula…!     Ne cahillik,  giderler doğal olarak, keşke bütün öğrencileri götürseydim. Akşam muhtarla görüştük: üzmüşsün komşuları hocam, bir daha böyle şeylerin olmasını istemiyorlar, dedi. Köyde tek başıma olmam, fazla idealist olmam hatalar yapmama neden oluyordu. Aslında, daha doğrusu tek başıma bu köyde öğretmen olarak bulunmamam gerekirdi. Önce birkaç öğretmenli yere vermek gerekir yeni öğretmeni.  Öğretim yılı sonunda stajyerlik için Milli Eğitim Müdürlüğü’nde toplandık. Yeni öğretmenlerin bazı hazırlıklar yapması gerekiyor. Ben onları hiç düşünmedim. ‘’Nerde hazırlıkların?’’ Köyle ve köylülerle ilgili yazılar yazmıştım onları okuyayım sizlere dedim. Okudum hoşlarına da gitti ama, benim .stajyerliğimi kaldırmamışlar. Stajyerliğim Akpınar İlköğretmen Okulu’nda öğretmen olduğumda kaldırıldı. 1955-56 Öğretim Yılı Nuribey İlkokulu’nda geçti, kendim de beğenmedim çalışmamı. Balıkesir Necati Eğitim Enstitüsü sınavlarına girdim ve kazandım. Nuribey Köyü’nden ayrıldım.

O zamanlarda Eğitim Enstitüleri’nin Fen ve Edebiyat bölümleri iki yıldı. İki yıla çok bilgiler sıkıştırılıyordu. Öğretmenlerimiz: Adnan Çakmakçıoğlu (okul müdürü) ve eşi Lütfiye Hanım  kimya öğretmen i; Nuri Ersoy, Fahrettin Akbulut matematik öğretmenleri; Naci Çatalgil fizik öğretmeni; Melahat Belek biyoloji öğretmeni; Meliha Danışman psikoloji öğretmeni. İki yılımız çabuk geçti. Arkadaşlarımızdan bazıları liselerden çoğunluğu da Öğretmen Okulları’ndan gelmişti. O yıllarda Bakanlık, Öğretmen Okulu kökenli ve başarılı olan Eğitim Enstitüsü mezunlarını Öğretmen Okullar’ına öğretmen olarak gönderiyordu. Benim de Lâdik Akpınar İlköğretmen okuluna tayinim çıktı. Çok sevindim.  Yabancılık çekmeyecektim. Okula, derslere, ders kitaplarına aşınaydım. Üç yıl önce okuduğum ders kitaplarının öğretmenliğini yapacaktım. Hem de yatak yorgan vb. eşya da götürmeye gerek yoktu. Necati Eğitim Enstitüsü’nden Haziran sonunda ayrılırken ilk maaşımızı ve donatım bedelimizi alarak ayrıldık. 1958 yılı Ağustos ayında Akpınar’da göreve başladım. Okul Müdürü Mehmet Alptekin. Bir yıl sonra Ali Fuat Olgaç, 1962 yılında da Ahmet Oğuz Keyvan Okul Müdürlüğü’ne geldiler. Okulda ders ve diğer işlerde severek çalışıyordum. Birinci sınıfların sınıf öğretmeniydim. Kendimi onların yerine koyuyor, onlarla çok ilgileniyordum. Yaklaşık 50’şer mevcutları vardı. Aradan 60-65 yıl geçti bugün o öğrencilerimin birçoğu ile haberleşiyorum. ( Öyle değil mi İhsan Özvatan)… 1959’da Fuat Olgaç Beyin isteği ile müdür yardımcısı oldum, okul demirbaş eşya işlerine bakıyordum. Akpınar İlköğretmen Okulu’nda 1964 yılı Kasım ayına kadar altı yıl kalmıştım. 1960’da evlendim. Perihan kendi köyümüzden, ortaokul ikinci sınıfa kadar okumuş, annesi köy ebesi. Birkaç sene önce bütünlemeye kaldığı matematik dersinden yetiştirmek için bizim evde ders verdim. Annesine, “Benim dizlerim acıyor hasırın üstünde, ben onlara derse gitmek istemiyorum.” demiş. Birkaç saat sonra, derse gelmedi. Neyse Lâdik’e geldi. Oğlum ve kızım doğdular. 1964 Ekim ayında Savaştepe İlköğretmen Okulu’na naklim çıktı.

Akpınar’da kaldığım yıllar içinde daha çok matematik derslerine girdim. Kimya ve fen bilgisi laboratuvarları ile uğraştım. 1961 Şubat ayı dinlenme tatilinde, okula gönderilen Alman malı Phwe laboratuvar takımını tek tek numaralayıp dolaplara yerleştirdim. Kimya, fizik, fen bilgisi, biyoloji bütün fen dersleri ile ilgili aletler vardı. Yardımcım öğrencim rahmetli Ali Ziya Erzincanlı idi. 1962’de Okul’daki bütün battaniyeleri gümüş nitrat çözeltisi ile numaraladım. Kooperatifçilik eğitsel kolu olarak bütün okul mensuplarının gereksinmelerini dikkate alarak okul satış kooperatifinin rantabl çalışmasını sağladım. Yaz çalışmalarının birinde öğrencilerle iki katlı büyük derslik binasının koridor duvarlarını yerden 1 m yükseklikte yağlı boya yaptık. Gezi Kolu olarak, Amasya Suluova Şeker Fabrikası’na, Çorum, Alacahöyük arkeolojik tarihi kalıntılara öğrencileri götürdük. Köy Enstitüsü devrinden kalma çalıştırılmayıp kapatılmış tavukhaneleri, tavukçuluk kooperatifi kurarak öğrencilerle çalışır hale getirdik. 250 adet bir haftalık civcivleri büyütüp 4,5 aylık yumurtlar hale geldiler, satış kooperatifinde yumurtalarını sattık. 250 pilicin horoz çıkan 100 adetini döner sermayeye satıp, öğrencilere öğle yemeğinde verdik. Okulun sebze bahçesinde domates ve biberlerin toplanmayıp dallarda bırakılanlarını kooperatifçilik kolundaki öğrencilerle toplayıp tenekelerle turşu yaptık, kooperatifte sattık. Bunlar, Köy Enstitüleri hakkında düşüncelerimin ders saatlerinin dışında eğitsel çalışmalarla gerçekleştirilmesi idi. Yaşlı öğretmenlerden Köy Enstitüsü döneminde çalışmış olanlar vardı, fakat yorulmuşlardı veya bu duruma gidilmesini tesislerden yararlanılmasını isteyen de yoktu. Köy Enstitüsü adını anmaya bile çekiniyorlardı. Hele Okul Müdürü Keyvan Bey tiksiniyordu. Çalışmalarımı görmezden geliyor ve bazen de engellemeye çalışıyordu. Tavuklarımızın yanına gelip bir gün de “Ne yapıyorsunuz?” dediğini görmedim, işitmedim. 1964 yılı Haziran ayında bir sergi yapıldı. İki katlı derslik binasının alt kattaki koridorlarında ve fen bilgisi laboratuvarını da içine alıyordu. Resim ve iş bilgisi derslerinde yapılanlar sergilenecekti.  Marangozhanedeki Hasan Usta’ya gittim, “Hasan Usta acil tarafından şu tahtalardan ön ve üsttü telli iki kafes yapacağız, birlikte.” Kafesleri fen bilgisi laboratuvarına bir gün önceden yerleştirdim. Serginin açılacağı günün sabahı damızlık olarak bıraktığımız horozlardan 4 tanesini hazırladığımız kafeslere koydum. Sergi geziliyor, önde müdür ve çevresi. Kalabalığı görünce horozlar başladı ötmeye.. Keyvan: ‘’Ne bunlar yahu? Ne bunlar yahu?’’ Konuşmaya başladı. Bizim kolun çalışması, ürünlerimiz, dedim.



Fotoğraf 2: Ladik - Akpınar'da Tavukçuluk Kooperatifi öğrencileri ve piliçlerden bir bölüm.


Türkiye Öğretmenler Derneği’nden okula bir yazı gelmiş. Dernek Ankara’da bir öğretmen evi yapmayı düşünüyor ve okul öğretmenlerinden maddi yardım talep ediyordu. O zamanlarda Akpınar İlköğretmen Okulu Mensupları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği başkan ve muhasebesine de ben bakıyordum. Okul Müdürü yazıyı bana havale etmiş ve Dernek’ten bir miktar paranın gönderilmesini istemiş.  Ben de “Sadece öğretmenlere bir sirküler çıkaralım herkes ne kadar vereceğini belirtsin ve imzalasın.” dedim. “Olmaz” dedi, tartışmamız oldu. Kimin ne olduğunun bilinmesini istemiyordu. Sonradan Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS ) adını alan Derneğin yapısını Ankara’daki kurucularını beğenmiyordu okul müdürümüz. Bir gün Nihal Önce Hanım ile okul nöbetçisiyiz. Mutfaktaki aşçı başı Şerif Usta kuru bamyanın yemeğini pek becerememiş, lâpa gibi olmuş. Müdür Bey, yemeği yemedi kalktı gitti. Beni odasına çağırdı: ‘’Siz ne biçim nöbetçilik yapıyorsunuz? Nedir bu bamya yemeğinin hali? Kontrol etmiyor musunuz bunu?’’, yüksek perdeden konuşmaya başladı. “Hangi nöbetçi öğretmen aşçı başının yemeği nasıl yaptığına karışıyor?  Ve siz getirilen tabelayı imzalıyorsunuz, neden kişi başına düşen grama bakmadınız? Gramajı fazla geldiği için lapalaşmış.” dedim. Çok kızdı öfkelendi. Ertesi günü benim aritmetik-cebir dersine habersiz geldi. Hiçbir zaman hazırlıksız derse girmem…

O yıl Ekim ayında benim tayinimin normal zamanın dışında Savaştepe İlköğretmen Okuluna çıkmasının nedenini hep düşünmüşümdür. Çünkü Savaştepe’ye geldiğimde Kasım ayının dördü idi. Akpınar’ da kışlık 5 ton odunumu almış, derslere çoktan başlamıştım. İki de küçük çocuğum var. Durdurabilir miyim diye uğraştım olmadı….

Yazılarımı burada kesiyorum. Üzerimde biraz ‘Köy Enstitüsü’ bulaşıklığı olması yüzünden bazı tepkilerle karşılaşmıştım…


Fotoğraf 3: En altta oturanlardan soldan dördüncü benim. Muhittin bey (sınıf öğretmenimiz, Tabiat Bilgisi öğretmeni) ortada paltolu olan. Yukarıda ayakta ikinci sırada sağdan birinci genç ise Sato. 1950-1951 Yılı ikinci sınıftayız. Bazı arkadaşlarımız fotoğrafın içinde yok, nöbetçi olabilirler.



Fotoğraf 4: TONGUÇ olsa: ''Hadi bakalım çalışırken göreyim, fotoğrafınızı öyle çekeyim'' derdi. Bugün sergilediğimiz hemen hemen bütün fotoğraflar O'nun çektikleridir. Örnek; Öğrencilerin Keman Konseri fotoğrafı.


İbrahim Belek     04. Nisan. 2023.               



Yorumlar

Yorum Gönder